Bir şarkı sözü var bilirsiniz, ''Sevgili olamadık, arkadaş kalamadık ardından hala yatağım dağınık...''
İşte Normal People tam böyle bir hikaye.
Hulu platformunun orijinal içeriğiyle tanışalı yaklaşık 15 gün falan oluyor. Ancak bu kadar sürede bile tüm dünyayı kasıp kavurdu diyebiliriz. Sally Rooney’in aynı isimli romanından ekranlara uyarlanan hikayenin ana karakterleri liseden sınıf arkadaşları Connell ve Marianne.
Ben kitabı da okudum, diziyi de izledim ancak kitabın Türkçe çevirisi berbat olmasından dolayı diziyi daha çok beğendim. Hatta yönetmenin önünde saygıyla eğilmek de isterim, oyunculuklar da son derece sıcak. Sanki gerçek Connell ve Marianne onlar gibi hissettirmişler.
Marianne oldukça zengin bir ailenin içine kapanık kızıdır, Connell ise okulda popülaritesi olan fakat ıssız adam triplerinde bir delikanlı. Aslında ikisini buluşturan şeyin Connell'in annesi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü annesi, Marianne'lerin evinde temizlik görevlisi olarak çalışıyor. Connell, sınıf arkadaşı olmasına rağmen Marianne ile annesini almaya malikaneye gitmesinin dışında hiç muhabbet etmiyor. Marianne ise Connell'den uzun zamandır hoşlanıyor ve bir gün okulda bunu ona söylüyor. ''I like you Connell.''
İşte ateşlenme böyle oluyor. Connell'de ona karşı boş olmayacak ki, takılmaya başlıyorlar diyebiliriz. Tabii ki Connell'in kafasında bir aşk hikayesi yok ancak Marianne'nin zekası ve ilgisi onu yerle bir ediyor. Marianne'e göre Connell günün birinde harika bir yazar olacak ve kesinlikle Edebiyat okumalı. Connell ise Marianne'in zekasına tutkun, onunla her konuda konuşabildiği için kalbinde bambaşka bir yerde.
Marianne aşkın doruklarına Connell ile varıyor varmasına ancak; okulda onun suratına bakmaması, ilişikilerinden kimsenin haberdar olmaması ve hatta okuldakiler tarafından zorbalığa uğramasına Connell'in ses çıkarmıyor olması canını sıkıyor.
Bu kısımlarda gerçekten içiniz parçalanıyor. Hele ki, Connell'in mezuniyete Marianne yerine bir diğer flörtünü davet etmesi ipleri koparan şey oluyor ve ikili bir daha görüşmeme kararı alıp ayrılıyorlar. Benim 12 bölümden en favorim olan bölüm de bu bölüm, yani bölüm 3. Gerçekten göz yaşlarıma hakim olamadım.
Bu olay ikilinin arasındaki ilk ayrılık ama son değil asla. Gerçekten kitabı okurken kaç kez ayrılıp barıştıklarını hesap edememiştim :) Aralarındaki görünmez bağ, çekim ya da iletişim ne derseniz deyin o kadar kuvvetli ki, kader onları hep bir şekilde buluşturuyor. Connell Üniversitede ne okuyacağını bile bilemezken Marianne sayesinde kendisini bir anda Dublin'de buluveriyor. Tabii Marianne'in de burada olduğundan habersiz.
Bir partide tekrar karşılaşıyorlar ve yine barut atılıyor havaya. Mutluluklar, mutsuzluklar, başka başka ilişkiler yakalarını bırakmıyor. Bırakmasa da bir şekilde hep yan yana ve destekler birbirlerine. Connell artık Marianne'siz bir hayat düşünemez oluyor ve bu onu biraz da depresyona sokuyor diyebiliriz. Marianne'in ise Connell'dan uzak durabilmek için başlattığı çapsız ilişkiler bu fırtınanın tam özeti.
Hikayede hiç unutamadığım bir replik var, ve bence bu aslında Connell'ın tanımı: ''Sen düşüncelerinin farkındasın Marianne. Benim için durum öyle değil. Aslında bu konuda sıkıntılar yaşıyorum. Bir anı gözden geçirip o an ne hissettiğimi bildiğimi anlıyorum. Fakat o an olurken hiçbir fikrim olmuyor.”
Yani aslında Marianne'in kafasını sürekli meşgul eden sorunun, ''Biz neden birlikte olamıyoruz?'' sorusunun tam cevabı bu. Connell asla ne istediğini bilmiyor, yönlendirmeye ihtiyacı var. Aslında annesi tam bu noktada fazlasıyla güçlü bir öğe olsa da yetmiyor.
Connell'in işsiz kalmasıyla süregelen bir ayrılık daha yaşanıyor ikili arasında. Aslında kendin ifade edebilse Marianne'in evinde kalabilir ancak o da bunu gururuna yediremiyor ve kasabaya geri dönüyor. Bu artık Marianne'in kaçıncı terk edilişi sayamıyorsunuz.
Her gidiş-geliş, her karşılaşma ayrı bir sanat eseri dizide. Çünkü tutkulu sevişme sahneleri, diyaloglar, kızgınlıklar ve yönetmenle müziklerin şahaneliği birleşince maffoluyorsunuz diyebilirim.
Connell ve Marianne bir süre başkalarıyla görüşürken bile birlikteler aslında. Görüntülü konuşmalar, mesajlaşmalar ve mektuplaşmaları bitmiyor. Orada, artık barışın ve sonsuza dek ayrılmayın lütfen diye yalvardığımı biliyorum. Gözlerimizin önünde kaybolan özgüvensiz Connell ve aşkından artık erimiş bir Marianne... Katlanılmaz olmaya başlıyor cidden.
Üniversitelerin bitimine yakın ikili arasındaki fırtınalar da diniyor. Resmen BİRLİKTE oluyorlar. Connell tutup elinden ilan ediyor herkese. Marianne ve ben artık beraberiz dercesine. Oysaki, bütün dünya farkında ikisi hariç.
Ancak her güzel şeyin bir sonu yok mudur? Yazar bu mutluluğu tatmamıza tabiki izin vermiyor. Connell tam da Marianne'in dediği gibi harika bir edebiyatçı olmak için New York'a doğru yol alırken biz de son bölümü izliyoruz - anırarak ağlıyoruz da aynı zamanda. Böyle bitmemeliydi ya, böyle bitmemeli.
Normal People son dönemde izlediğim romantik diziler arasında çekim kalitesi ve oyunculuklarıyla en iyisiydi diyebilirim. Fazlasıyla hırpaladı beni. Klasik Amerikan gençlik dizilerinden bıkmış olanlara ilaç gibi gelecek bir yapım. Spotify'da harika bir soundtrack listesi de oluşturmuşlar fanları için. Eğer kitapla başlayacaksanız bu hikayeye lütfen İngilizcesini okuyun, çünkü Türkçesi cidden berbat çevrilmiş.
Söyleyeceklerim bu kadar, umarım keyif almışsınızdır. Yine gelin :)
Spotify için buraya tıklayınız.
Comments